Son Başşehir Gırnata'da Endülüs Medeniyetinden Kalan Eserler I (el-Hamrâ Saray Külliyesi )

1. Genel Olarak el-Hamrâ Saray Külliyesi

      Binbir gece masallarındaki efsanevî sarayları anımsatan, âdetâ yeryüzündeki cennet burası. Sierra Nevada dağlarına sırtını dayamış, yüksek kayalıkların tepesinde kollarını açmış bir kartal gibi uzanmakta. Ardındaki dağları aşan ihtişâmıyla eteklerine kurulu şehri izlemekte, kartalın avını gözetmesi gibi. Kasvetli duvarların ötesindeyse peri kızlarının yaşadığı bir masal diyarı var sanki. 

        Dünyanın dört bir yanından getirilen çiçeklerle süslü ve binbir çeşit meyve ağaçlarıyla dolu muazzam bir bahçe, içinde nilüferlerin ve çeşit çeşit balıkların yüzdüğü onlarca süs havuzu, her adımda başka bir çeşme, her duvarda ayrı bir işleme, her pencerede ayrı bir manzara, her adımda başka bir güzellik. Hiç kuşku yok el-Hamrâ dünyanın en romantik ve en büyülü yerlerinden biri.

Ressam Henri Regnault (1843-1871), el-Hamrâ’ya gittiğinde onun karşısında donup kaldı ve “Bunu yapan sanatçının yanında biz barbar, vahşi canavarlarız” diyerek, sayısız taslak çizip notlar aldıktan sonra Ortaçağ Mağribî kültürü kalıntılarının peşine düşerek Mağrib’e (Fas’a) gitti. Fakat sonunda kafasından barbar bir Doğu imajı uydurmakla yetindi.


El Hamra Sarayı'nda bir ilk – Günlük Yaşamdan Sanata



        el-Hamrâ’nın tarihi III./IX. yüzyıla yani Emevîler zamanına kadar gider. O tarihlerde, sarayın yer aldığı Sebîke tepesinde (La Colina Roja) Kal’atü’l-Hamrâ (Kızıl Kale) adıyla anılan bir kale olduğu rivâyet edilmektedir. Gırnata bölgesinde Araplar ile Berberîler ve Müvelledler (yerli halktan Müslüman olanlar) arasında cereyan eden içsavaşlarda bu kalenin büyük rolü olmuştu. Zîrîler’den (1013-1090) Bâdîs b. Habbûs (1038-1073) Gırnata’yı ele geçirdiğinde bu tepeye sağlam bir sûr, içine de hükümet merkezi olmak üzere bir kasır (el-kasr, alcazar) inşâ etmişti. Bu inşâ faaliyetinden sonra buraya el-Kasabatü’l-Hamrâ veya el-Medînetü’l-Hamrâ denmiştir. Sarayın kızıl anlamına gelen hamrâ sıfatıyla nitelendirilmesi, yakınlardaki kızıl kil harcın inşaatta kullanılmasından dolayıdır.

El Hamra Sarayı Fotoğrafları | Fotoğraf İndir

        
        635/1238 Yılında Nasrîler’in lideri Muhammed İbnü’l-Ahmer Gırnata’yı ele geçirince, bu “kale kasaba”nın olduğu yeri idare merkezi olarak seçmiş ve yapılara yenilerini ilâve etmiştir. Daha sonra II. Muhammed (1273-1302), el-Kasaba denilen bina ile Şarap Kapısı (Puerta del Vino) boyunca inşâ edilen mahalleyi tamamlamış ve Ravza denilen emîrler kabristanıyla Benî Serrâc Dîvânhânesi’ni (Sala de los Abencerrajes) eklemiştir. Ancak, bugün varlığını büyük ölçüde muhâfaza ederek gelmiş olan el-Hamrâ Külliyesi yapılarının çoğu, Nasrîler’in “en büyük sultanı” I. Yûsuf (1334-1353) ile oğlu V. Muhammed (1353-1391) devirlerinde yapılmıştır. Bu iki emîr ya da sultandan her birisi farklı yapı gruplarını yaptırmıştır. I. Yûsuf’un inşâ ettirdiği yapılar, rampalı çıkıntıları olan sûrlar, Adalet Kapısı, Hanımlar Kulesi, Küçük Portal Sarayı, Alberca Avlusu ve çevresindeki yapılar, içinde elçiler salonunun bulunduğu Comares kulesi, toplantı salonu ve saray hamamıdır. Oğlu V. Muhammed ise, bunlara ilâve olarak Aslanlı Avlu ve çevresindeki salonları, özellikle Kral Salonu ya da Adalet Salonu denilen kısmı, İki Kız Kardeş Salonunu ile bir başka salon ve Harem Dairelerini yaptırmıştır. Daha sonra gelenlerin de çeşitli ilâveleriyle ortalama 150 yılda son şeklini almıştır.

      Saray külliyesinde bölmelere verilen adlar el-Hamrâ’yı anlamakta esastır ancak, farklı rehber kitaplar aynı yerlerden değişik adlarla söz etmektedir. Çünkü adların çoğu hayal ürünü ve Endülüs sonrası dönemde uydurulmuş gibi görünüyor. Esas kümedeki saray yapıları (Palacio de los Nazaries, Nasrî Sarayı), Endülüs devrinde öyle olmadığı halde, sonradan birbiriyle bağlantılı hale getirilmiştir.

2. Sefirler Salonu

       el-Hamrâ Saray Külliyesi genel olarak iki büyük kısma ayrılır. Birinci kısım Sefirler Salonu ile tepesinde Sefîrler Kulesi’nin (Burcü’s-Süferâ’, Patio de Comares) bulunduğu kanattır. Buraya gelen ziyaretçi önce Fenâü’l-Berekeh (Patio de Alberca) veya Fenâü’r-Reyhân (Patio de los Arrayanes) adlı avluya girer. Duvarlara baktığında köşelerde şu ibareleri görür:
“en-Nasru ve’t-temkîn ve’l-fethu’l-mübîn li-mevlânâ Ebî Abdillâh Emîri’l-Mü’minîn” (Zafer ve başarı ve açık bir fetih, efendimiz Müminlerin emîri Ebû Abdullah içindir). Ebû Abdullah, muhtemelen III. Yûsuf’tur (1408-1417).
“Ve mâ’n-nasru illâ min indi’llâh el-Azîz el-Hakîm” (Zefer, ancak Azîz ve Hakîm olan Allah’tandır. Âl-i İmrân Sûresi, âyet 126’dan)

3. İki Kızkardeşler Odası


    Bu kısımda yer alan önemli bir mekân da İki Kızkardeşler Odası’dır. Böyle adlandırılmasının nedeni, zemininde bulunan eşit büyüklükteki iki mermer kaplamadır. Sarayın her yanında olduğu gibi buranın giriş kısmına kûfî hatla şu ibare nakşedilmiştir: “Ve Lâ Gâlibe illallâh” (Allah’tan başka gâlib olan yoktur)

4. Aslanlı Avlu



Aslanlı Avlu Sütun Detayı

        el-Hamrâ Saray yapılarının ikincisi kısmı ise, merkezinde Aslanlı Avlu’nun yer aldığı kanattır. Burası külliyenin sanat ve estetik bakımdan en göz alıcı eserlerini barındırmaktadır. Yapımı IV. Muhammed el-Ganî-Billâh (1325-1333) zamanına denk düşer. “Ve Lâ Gâlibe illallâh” ibaresi, Nasrîler’in şiârı olarak sarayın her yanında olduğu gibi burada da kûfî ve nesih hatlarla mükerreren yer almakta ve duvarları süslemektedir. Her iki sütundan birinde de şu ibare bulunur: “Azze li-mevlânâ es-sultân Ebî Abdillâh el-Ğanî-Billâh” (Efendimiz sultan Ebû Abdullah el-Ganî-Billâh için azîz olsun). Bu kısımda yer alan diğer önemli bir yer Benî Serrâc Odası’dır (Kâatü Benî Serrâc, Sala de los Abencerrajes). Bir diğeri de Hükümdarlar Odası’dır (Kâatü’l-mülûk, Sala de los Reyes).

        Genelde el-Hamrâ yapılarının fakat özellikle Aslanlı Avlu’nun tasarımı ve inşâsında iki büyük şâir-devlet adamının çok önemli katkıları olmuştur. Bunlar Lisânüddîn İbnü’l-Hatîb (713-776/1313-1374) ile İbn Zümrek’tir (ö. 798/1395). 1362 Yılında Hz. Peygamber’in doğum kutlamalarını anlatan İbnü’l-Hatîb’in şiiri, 1492’den evvel el-Hamrâ’nın durumuna ilişkin elimizde bulunan neredeyse tek yazılı kaynaktır. İbn Zümrek de el-Hamrâ yapıları ve bahçeleri üzerine nefis şiirler yazmıştır. Dahası, bu iki bilge şâirin şiirleri yalnızca kâğıt üzerinde kalmamış, aynı zamanda sarayın duvarlarını da süslemiştir. Bu açıdan bakıldığında belki de el-Hamrâ, kendi yazılı belgelerini sunan Müslüman yapılarının en ünlüsüdür. O yazılı metinlerle süslü bir yapı, içinde yaşanabilen bir kitaptır.


Aslanlı Avlu ‘Ve lâ galibe illallah’ (Allah’tan başka galip yoktur) hattı


        Diğer yandan Nasrî sarayının entelektüel iklimine de değinmek gerekir ki, Juan Carlos Souza ve Robert Irwin gibi araştırmacılar Aslanlı Avlu’nun hiç de saray olmadığını, Mağribî-Murâbıt tarzı bir medrese olduğunu savunmaktadırlar. O zamanlar burası dinî ve hukukî ilimleri müzâkere eden bilgeleri barındırır, belki de sultanın önünde yapılan bilgece tartışmalar için forum görevi görürdü. Aslanlı Avlu bir ilim ve dua yeri olarak hizmet vermiş olmalıdır. Sultana hizmet edecek idareciler yanında, ona hikmeti öğretecek dindar bilginler de yetiştirmişti belki. Bu “medrese avlu”da bulunan kitaplar ise, raflarda değil de duvar içine oyulmuş dolaplarda muhafaza ediliyordu. Çünkü, İslâm dünyasında kitapları raflara dizme âdeti yoktu, daha çok dolaplara ya da çekmecelere üstüste yığılıyorlardı. Bu kitapların çoğu, 1499’da Granada Başpiskoposu Cisneros tarafından şehrin ana meydanında yakılmıştır.

       Sanatın güzelliğiyle aydınlanan bu yılların 1492’de sona ermesiyle Kardinal Pedro de Mendoza, el-Hamrâ’nın en yüksek tepesine haç dikerek Endülüs’teki İslâm hâkimiyetinin sona erdiğini ilân etmiştir. İmparator V. Karl, 1526 yılında Gırnata’ya gelerek sarayın mescidini kiliseye çevirtmiş, bazı bölümlerde tadilat yaptırarak bazı bölümleri de yıktırtmış ve külliyeye Rönesans üslubu barok süslemeli bir bina ilâve ederek saray şehrin genel uyumunu bozmuştur.

5. V. Karl’ın Sarayı

        el-Hamrâ, 1492’den 1868’e kadar kraliyet sarayı statüsünde kaldı. Fernando ile İzabel orya taşındıkları zaman sarayları yıkık-dökük buldular ve yenileme çalışmaları için Müslüman ustaları işe aldılar. 1495’te aynı krallar, saraylardan birini manastır yapmaları için Fransisken râhiplere verdiler. Sonraki yıllarda V. Karl (1519-1556), mimar Pedro Machuca’yı kendisi için el-Hamrâ Külliyesi içinde Rönesans tarzı bir saray inşa etmekle görevlendirdi. 1526’da başlayan inşa çalışmaları ancak 20. yüzyılda tamamlanabildi. Uzun yıllar depo olarak kullanıldı. Gerçekte bu saray, kendi dünyası içinde güzel bir mimari eserdir fakat yanlış yerde bulunmaktadır.

6. Cennetü’l-Arîf (Generalife) Kasrı

    II. Muhammed döneminde (1273-1302) yapılmış olup, sultan ya da emîrlerin yazlık mekânı olarak kullanılırdı. Buradaki ölçüler ve parkın hazırlanışı, Berberî-Arap zevkinin seçkin bir örneğini verir. Bodur serviler, havuzu iki yandan kuşatır. O iklimin seçkin çiçekleri, ince bir renk kompozisyonu halinde, havayı huzur verici, serinletici bir hale çevirirler.

     Cennetü’l-Arîf Kasrı ile el-Hamrâ Sarayı, tezyînâtının zenginliğiyle Endülüs mimarisinin en güzel eseri olup, bugün dünya kültürünün ender eserlerinden birisidir. Dekorasyonu da İspanya İslâm kültürünün seçkin bir örneğidir. Sarayın her tarafı mermer ve alçıdan soyut süslemelerle kaplıdır. Bu işlemeler, Helenistik ya da Roma unsurlarını değil, geçen uzun yıllar zarfında kendine özgü yapı ve süsleme unsurlarını bulmuş olan İslâm unsurlarını yansıtır. Sonuçta el-Hamrâ, ancak kendi İslâmî felsefesinin terimleriyle açıklanabilen nârin güzelliğiyle bir örnek teşkil etmektedir. Şunu biliyoruz ki böylesine nârin bir zerâfet, Endülüslüler dışında herhangi bir toplum tarafından üretilememiştir. 



7. el-Hamrâ Külliyesi Câmii (Santa Maria Kilisesi)

    Orijinal halinde külliyenin ortasında bulunuyorken, bugün onun yerini Santa Maria Kilisesi işgal etmektedir. Câminin inşâsını sultan III. Muhammed el-Mahlû’ (1302-1309) emretmiştir. Sarayın diğer yapıları gibi göz alıcı güzellikte tezyînâtla bezenen câmi, Hıristiyan işgalinden sonra bir asır kadar kendi haline terk edilmiş, 1576 yılında yani II. Filip zamanında yıkılınca da yerine mezkûr kilise, Lâtin haçı şeklinde inşâ edilmiştir. Tepesine dikilen burcun el-Hamrâ’daki bütün burçlardan daha yüksek yapılmasına özellikle dikkat edilmiştir.

8. Bâbü’r-Rummân

        Aslında bu, Endülüs el-Hamrâ’sının kapılarından birisi değildir. Sonradan imparator V. Karl tarafından Rönesans üslubunda yaptırılmıştır. Bu kapının ardında göz alıcı bir orman mevcuttur. Ağaçların su unsuruyla sentezi, nefis bir güzellik meydana çıkarmıştır. Burası İslâmî dönemden sonra düzenlenmiştir.
Bâbü’ş-Şerîa ise el-Hamrâ’nın birinci kapısıdır. Adından da anlaşılabileceği gibi burası İslâmî dönemde Mezâlim Mahkemesi’nin kurulduğu yerdi. Kapıdan girilen meydanda, bütün Endülüs sultan ve halîfeleri gibi, sultan veya onun vekili belirli günlerde Mezâlim davalarına bakardı. İster memur ister âmir olsun bütün devlet görevlileri hakkında serdedilen şikâyetleri bu mahkemede karara bağlardı.

        Bâbü’ş-Şerîa’nın kemeri üzerinde Endülüs hattıyla şu satırlar yazılıdır:
“Emera bi-binâi hâzâ’l-bâb el-müsemmâ Bâbe’ş-Şerî’ati, es’ade’llâhü bihî Şerî’ate’l-İslâm kemâ cealehû fahran bâkiyen alâ’l-eyyâm, mevlânâ Emîrulmüslimîn el-mücâhid el-âdil Ebu’l-Haccâc Yûsuf b. mevlânâ es-sultân el-mücâhid el-mukaddes Ebî’l-Velîd b. Nasr, kâfâ’llâhü fî’l-İslâmi sanâi’ahû’z-zâkiye ve tekabbele a’mâlehû’l-cihâdiyye, fe-teyessera zâlike fî şehri’l-mevlidi’l-muazzam min âmi tis’atin ve erbaîne ve seb’i-mieh, cealehû’llâhü izzeten vâfiyeten ve ketebehû fî’l-a’mâli’s-sâlihati’l-bâkıye”.

Türkçesi: “Bâbü’ş-Şerîa diye adlandırılan bu kapının yapımını (Allah onu yıllarca bâkî kalacak bir övünç kaynağı kıldığı gibi onunla İslâm Şerîatı’nı mesûd kılsın) efendimiz Müslümanların emîri, mücâhit, âdil; efendimiz, sultan, mücâhit, mukaddes Ebu’l-Velîd b. Nasr’ın (Allah onun İslâm yolundaki tertemiz işlerini mükâfatlandırsın ve cihat amellerini kabul etsin) oğlu Ebu’l-Haccâc Yûsuf emretti. Bunun yapımı, 749 yılının büyük mevlid ayında (12 Rebiulevvel olmalı, mîlâdî olarak 10 Haziran 1348) mümkün oldu. Allah bu eseri noksansız bir şeref kılsın ve kalıcı sâlih amellere yazsın”.

9. Bâbü Gırnata veya Bâbü’l-Hamrâ ve el-Kasaba

        Sonradan Hıristiyanlar tarafından Şarap Kapısı olarak adlandırılmış olup, aslı Gırnata veya el-Hamrâ Kapısı’dır. Bu kapıdan yukarıda bulunan meydanın adı ise Meydânü’l-Ecbâb’tır (Plaza de los Aljibes, Geniş Kuyular Meydanı).
el-Kasaba, V. Karl’ın yaptırmış olduğu sarayın solunda yer alır. Kasabanın sonunda ise, el-Hamrâ’nın en büyük burcu olan ve Gırnata’ya hâkim bakış açısı veren Burcü’l-Hırâse (Torre de la Vela, Güvenlik Burcu) bulunmaktadır. Hıristiyanların 1492’de zafer alâmeti olarak tepesine diktikleri haç halen yerinde durmaktadır.

10. el-Hamrâ Saray Müzesi (V. Karl’ın Sarayı içinde)

        Burada, eski sarayların orijinal kalıntılarından bazı parçalar mevcuttur. Mermer sütun başlıkları, mezartaşları, İki Kızkardeş Salonu’nun ahşap kapısı, Lindaraxa bahçesindeki bir çeşme, bir Nasrî emîr tahtı, Peinador’da bulunmuş figüratif desenli çiniler, muhteşem bir el-Hamrâ sürâhisi, vb. burada görülebilir.

11. 1492 Sonrası el-Hamrâ Yönetim Şehrinin Durumu

     İspanyolların eline geçişinden bu yana Tendilla kontları vasıtasıyla süren el-Hamrâ üzerindeki devlet koruması, XVIII. yüzyılın başlarında ödeneği kesilince kalkmış ve bu yüzden saray şehri yurtsuzların yurdu haline düşmüştür. Daha sonra, 1809 yılında Napolyon’un işgal kuvvetleri karargâh olarak el-Hamrâ’yı seçmişlerdir. Nihayet, 1870 yılında millî anıtlardan sayılarak el-Hamrâ’nın hukukî statüsü belirlenmiş ve bakımı için devlet bütçesinden yıllık ödenek tahsis edilmiştir. 1985 Yılından beri el-Hamrâ ile ilgili bütün hizmetler El Patronato de la Alhambra y Generalife adlı bir kurumun sorumluluğunda gerçekleştirilmektedir.

    Günümüzde sarayın odalarında ve koridorlarında hiç eşya yok. Gerçekte Endülüs sarayları halılarla, yastıklarla, duvarlarda asılı kumaş ve halılarla gözalıcı biçimde döşenmişti. Taşınabilir eşyalar ve mefrûşât, belli amaçlarla kullanılan odaların geçici işlevlerini belirlemede büyük rol oynuyordu. Mefrûşât düzenleyicisi Sâhibü’s-sitâr çalıştırmak, saraylarda yaygın bir uygulamaydı. el-Hamrâ’yı özgün olarak donatmış olan önemli miktarda kumaş günümüze ulaşmıştır. Bazılarının üzerinde Nasrî sultanlarının vecîz sözü olan “ Ve Lâ Gâlibe illâllâh” (Allah’tan başka gâlib yoktur) yazısı bulunmaktadır. Endülüs ipekleri, İslâm sanatının en görkemli örnekleri arasındadır. Nasrî öncesi Endülüs dokumalarında sıklıkla figüratif desenler bulunsa da, Nasrî ipeklerinde sâde, geometrik süslemeler yer alır ve böylece elbette onlar el-Hamrâ’nın bütünsel tefrîş düzenine çok uygun düşer. Duvarlara asılan kumaşlar, sıva panellere benzemeleri için tasarlanmıştır.

        Pırıl pırıl renklerle dokunmuş halıların ve ipeklerin, enaz onlar kadar parlak renkli sıva ve ahşap işleriyle karıştığını hayal etmelidir insan. Müslüman şâirler tarafından duvarlara kazınan dekoratif hatlar, saray giysilerine takılan elişi süslemeler gibi “tırâz” olarak adlandırılırdı. Cömertçe döşenmiş bir sarayı da onlar, damat için hazırlanan geline benzetirlerdi. Müslüman sarayları, Avrupa sarayları gibi yöneticilerin halkını korkudan dondurmak amacıyla değil, içinde yaşayanlara zevk vermesi amacıyla tasarlanmıştır.
Dikkatle incelendiğinde, öteki Müslüman anıtları gibi el-Hamrâ da hem bir sanat hem de matematik şaheserir. Bu saray, geometrik ilkelere dayanarak tasarlanmıştır. Binanın oranlarında bulunan gizli matematik ve bunun yaptığı görsel etki hemen göze çarpmasa da çok güçlüdür. Ustalar ve tasarımcılar, bu saray içinde tamsayı ve irrasyonel sayıların oranlarıyla oynamışlardır. Aslanlı Avlu’nun bahçesinin enleri, boyları ve sütunların yüksekliklerinin saptanmasında matematiksel oran uygulanmıştır.

Elhamra Sarayı - TarihNotları.com


    el-Hamrâ’nın süsleme düzeneği, hepsi de stilize biçimlerde olan hurma yaprağı, çam kozalağı ve palmiye yaprağı süslerine dayanıyor. Bütün saraylardaki çiçek deseni et-tevrîk (ataurik) bolluğu, çevreledikleri ya da baktıkları bahçelerle içiçe geçmişliklerini anımsatır. Zaman zaman bitki biçimleriyle hat örneği kitâbeler ve geometrik desenlerin birlikte örülmeleri, el-Hamrâ’nın yüzeylerine aldatıcı bir derinlik katmaktadır. Bu yapıları yapan insanlar, taş ve ahşapla çalıştıkları kadar ışık ve gölgeyle de çalıştılar. Perdeleri filtre, yaldızlı yüzeyleri yansıtıcı olarak kullandılar (Zamanında saraydaki sütunların çoğu yaldızlıydı). Odaları ve pencereleri, yazın değil de kışın daha çok güneş ışığı alacak şekilde tertip ettiler.

        Sergilediği zarîf ihtişamına rağmen el-Hamrâ yapıları, Nasrî yöneticilerin yoksulluğuna tanıklık eder. Çünkü tasarımları ve süslemeleri çok etkileyici olsa da kullanılan malzemeler öyle değildir. O, ihtişamını mermerden ya da kaymaktaşından değil, sadece göz boyayıcı sıvadan, ahşaptan ve çiniden alıyordu. Bunun kaynağında, elbette Nasrî emîrliğinin eski Endülüs topraklarına oranla Hıristiyan krallıklarca daha dar bir araziye sıkıştırılmış olması gerçeği vardır. Nitekim, Kurtuba halîfelerinin sarayları yanında Nasrîlerinki sönük kalmaktadır. 10. Yüzyılda Kurtuba’nın dışında inşa edilen III. Abdurrahman’ın Medînetüzzehrâ’sı hem tasarım hem süsleme ve hem de malzeme kalitesi bakımından el-Hamrâ’dan katbekat üstündür. Ancak, buna rağmen, bazı yazarların görüşüne göre Medînetüzzehrâ’nın görkemi de, Bağdat ve Sâmerrâ’daki Abbâsî saraylarının yanında sönük kalırdı.

      Fakat, her halükârda el-Hamrâ, şâirlerin tasarladığı ve bilgelerin yaşadığı bir yerdi. O, pek çok anlamda bir taş kitaptır. Duvarları dinî-şiirsel metinlerle süslenmekle kalmamış, aynı zamanda hangi amaçla yapılmış olursa olsun, bu metinler geometrik tasarımları nedeniyle matematiksel teoremleri de temsil etmektedir. Taşa kazınmış birçok vaazın aracı olan el-Hamrâ, ilk bakışta sanıldığı gibi tümden dünyasal bir yapı değildir.

Endülüs'ün incisi: El Hamra Sarayı - Galeri - Fikriyat Gazetesi


        Nasrî saray hayatının çoğu şiltelerin, yastıkların üzerine oturularak geçirildiği için, burayı gezenler bu yapıları Endülüslülerin gördüğü gibi görebilmek istiyorlarsa yere oturmalıdırlar. Saraylarının hepsi dev mumlarla değil de, geniş kâideli ve kalın gövdeli yassı mumlarla yerden aydınlatılan el-Hamrâ’nın tasarımında gecenin özel bir yeri vardır. “Yaygın olan odur ki, mimari tasarım gündüze göre yapılır. el-Hamrâ ise geceleyin görülmek için yapılmıştır, başka hiçbirşey için değil ama yalnızca bunun için özenle tasarlanmıştır bence. Gün ışığında neredeyse anlamsız duran bazı bölümler, sanki geceleyin bütünüyle ortaya çıkıyor”.36 Dolayısıyla orada yaşayanların duygularını biraz hissedebilmek ve ortaya çıkan özgün güzelliği temâşâ edebilmek için sarayı gece de gezmelidir.

      Bugün el-Hamrâ’yı ziyaret edenler, gördükleri şeylerin, 1492’de orada olanların yalnızca küçük bir bölümü olduğunu akıldan çıkarmamalıdırlar. Yani, el-Hamrâ Külliyesinin her tarafında bugün görülen her türlü tezyînâtın büyük çoğunluğu, İslâmî dönemdeki orijinal hali olmayıp asırlar içerisinde yapılan onarım ve özellikle son asırda gerçekleştirilen restorasyon çalışmalarıyla büyük ölçüde yenilenmiştir. Çünkü el-Hamrâ, zamanın içinde donup kalmış bir anıt değildir, boyuna yapılmakta, yeniden yapılmaktadır. 

     Yüzyıllar boyunca cesur mimarlar ve arkeologlar, kaybolmuş ya da yıpranmış bölümlerin yerine yenilerini koymağa kalkışmışlardır. Yaptıkları restorasyonlar genellikle yaşadıkları dönemin beğenisini yansıtan önyargılardan ve varsayımlardan başka hiçbir temele oturmamıştır. Meselâ 1858’de sarayları restore etmek üzere atanan ilk mimar olan Rafael Contreras, daha İranlı görünmesi gerektiğini sanarak öyle görünmesi için Aslanlı Avlu’nun doğu odasını çinilerle süsledi, ona bir de kubbe ekledi. İlgiyle yapılmış restorasyon çalışmaları, sıklıkla bir sonraki kuşak uzmanları tarafından aynı özenle sökülüp atılmıştır. Elbette tamir edilmesi gerekirdi fakat bu çalışmalar esnasında pekçok kaba hatalar da yapılmış olduğundan, binaların ve özellikle tezyînâtın aslına uygunluğu tartışmalıdır. Sonuçta, el-Hamrâ bugünkü görünümünü, Endülüs ustalarından çok çağdaş ustalığa borçludur.








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

GIRNATA (Kültür ve Medeniyet)

GIRNATA (Tarih)