GIRNATA (Tarih)


   Sierra Nevada dağının kuzeybatı eteklerinde, Genil (Şenîl) ırmağının sağ ve bu ırmağa şehrin içinde kavuşan Darro çayının her iki yakası boyunca uzanmakta olup deniz seviyesinden 689 m. yükseklikte kurulmuştur. Günümüzde Granada olan şehrin ismi müslümanlar tarafından Gırnâta, Garnâta ve bazan da Agarnâta biçiminde telaffuz edilmiş ve yazılı kaynaklara da bu şekilde geçmiştir. Kelimenin menşei üzerine ileri sürülen görüşler birbirinden farklıdır. Bölgede çokça yetişen granadodan (nar) geldiği veya bölgeye İslâm fethi sonrasında yerleşen Berberi Kernâta kabilesiyle ilgili olduğu iddia edilmiştir. Diğer bir görüşe göre ise Gırnata, I. yüzyılda veya daha önce İspanya’ya göç eden yahudiler tarafından kurulmuş ve buraya “göçmenler yurdu” anlamında Gar-anat ismi verilmiştir.

Tarih. Gırnata’nın üzerinde bulunduğu toprakların tesbit edilebilen ilk sakinleri, Turdulos adıyla bilinen nisbeten medenîleşmiş bir İber kabilesidir. Romalılar döneminde şehir, merkezi Iliberis olan Municipium Florentinum Iliberitanum adlı idarî bölgenin içinde yer alıyordu. Kısaca Iliberis, Illiberis veya Illiberris olarak bilinen bu bölgeye Hıristiyanlık II-III. yüzyıllarda girdi ve ilk dönemin en önemli konsillerinden biri 305’te burada toplandı. Bu şekilde bölge idarî ve askerî bakımlardan olduğu kadar dinî açıdan da önem kazanmış ve bu konumunu Vizigotlar döneminde de kısmen korumuştur.

   92 (711) ilkbaharında İspanya’ya giren müslümanlar, aynı yılın temmuzunda kazandıkları ve Vizigot ordusunu büyük çapta imha ettikleri Lekke (Vâdîilekke) zaferinden sonra bir yıl içinde kuzeyde Toledo’ya (Tuleytula) ulaşırlarken güneyde de Córdoba (Kurtuba) ve Ecija ile (İsticce) birlikte Iliberis vilâyetini ele geçirdiler; dolayısıyla Gırnata da 712 yılı ortalarında fethedildi. Kaynaklardan, Gırnata’nın bu sıralarda küçük bir yerleşim merkezi olduğu anlaşılmaktadır. Buna karşılık vilâyete adını veren Iliberis (İsp. Elvira) şehri daha büyük ve nisbeten daha mâmur bir durumdaydı. Müslüman fâtihler, adını İlbîre şeklinde telaffuz etmeye başladıkları Iliberis’in idarî yapısını aynen muhafaza ettiler ve bu vilâyet Endülüs’ün genel teşkilâtı içinde Kûretü İlbîre olarak yerini aldı. Şehrin merkezi ilk yıllarda yine İlbîre (Medînetü İlbîre veya Hâdıratü İlbîre) idiyse de çok geçmeden idareciler buranın hemen yakınında inşa edilen Kastilya’ya taşındılar.

   Müslümanlar Gırnata’yı fethedince yahudi nüfusun bulunduğu başka bölgelerde yaptıkları gibi civardaki yahudileri toplayarak buraya yerleştirdiler ve şehrin güvenliğini az sayıdaki müslüman muhafızla birlikte onlara bıraktılar. Ancak 713’te hıristiyan halk özellikle yahudileri hedef alarak ayaklandı ve isyan, aynı yıl içinde Mûsâ b. Nusayr’ın oğlu Abdüla‘lâ’nın kumanda ettiği bir askerî birliğin bölgeye gelmesiyle bastırıldı. Bu tarihten IX. yüzyılın son çeyreğine kadar Gırnata’da meydana gelen olaylar hakkında yeterli bilgi yoktur. Ancak 123’te (741), Kuzey Afrika’dan Endülüs’e geçen yaklaşık 10.000 kişilik Şamlı askerlerden (Şâmiyyûn) çoğunun 125’ten (743) itibaren İlbîre vilâyetine yerleştirildiği bilinmektedir. Tarihçi İbn Hayyân’ın verdiği bilgilerden, İlbîre’ye gönderilen bu askerlerin bir kısmının Gırnata’ya pek uzak olmayan Berâcele’de (Berja) iskân edildiği anlaşılmaktadır. Başlangıçta çoğunluğu, Gırnata yöresinde oturan Araplar’la İslâmiyet’i kabul eden İspanyollar’dan (müvelledûn) ve hıristiyan zimmîlerden (müsta‘ribûn) oluşan yerli halk arasında IV. (X.) yüzyıla kadar tam bir kaynaşma gerçekleşmedi. Bunda, Emevîler’in mevâlî karşısında takip ettikleri Araplar’ı üstün tutma anlayışının Şam’dan gelen askerler tarafından Endülüs’e de taşınması büyük rol oynuyordu. Bu anlayış, 276 (889) yılında yerli halkın bölgedeki Araplar’a karşı silâhlı mücadeleye kalkışmasına yol açtı. Yahyâ b. Sükâle’nin liderliğinde toplanan Araplar, Berâcele’de müvelledûn ve müsta‘ribûnun teşkil ettiği karşı cepheye üst üste darbeler indirdiler ve onlara ait birçok kaleyi ele geçirdiler ki bunlardan biri de Gırnata idi. Yerli halk buna rağmen mücadeleyi bırakmadı ve o sıralarda Güney Endülüs’te devlete karşı büyük bir ayaklanma başlatmış ve fiilen bağımsızlığını ilân etmiş olan müvelledûn lideri Ömer b. Hafsûn’un da desteğini alarak Gırnata’da üslenen Araplar’a yeniden saldırdılar. Ancak Yahyâ b. Sükâle’nin öldürülmesi üzerine Sevvâr b. Hamdûn’un liderliği altında toplanan Araplar, Gırnata’da verdikleri büyük bir mücadele ile karşı tarafı tekrar ağır yenilgiye uğrattılar. Kaynaklarda “Vak‘atü medîne” adıyla anılan bu başarı, Araplar’ın Gırnata’ya iyice yerleşmelerini sağlaması yanında burayı merkez olarak kullanmak suretiyle civardaki şehir ve kaleleri ele geçirme temayüllerini de arttırdı. Nitekim bu olayın hemen ardından İlbîre vilâyeti sınırları içindeki diğer Arap cemaatleri Gırnata’da toplanarak merkezî Emevî idaresine itaat içinde bulunan zengin ticaret şehri Pechina’ya (Beccâne) bir sefer düzenledilerse de olumlu bir sonuç alamadan geri dönmek zorunda kaldılar.

   897 yılından sonra Gırnata’yı merkez edinen Arap ittifakı, Yahyâ b. Sükâle ve Sevvâr b. Hamdûn gibi güçlü liderlerden mahrum kalınca çözüldü; bu defa da diğer liderler kendi aralarında mücadeleye başladılar. Kurtuba Emîri Abdullah, devletin lehine olduğunu düşünerek Gırnata’daki bu gelişmelere müdahale etmedi. Bu ihtilâf III. Abdurrahman’ın iş başına gelişine (300/912) kadar sürdü. Bu güçlü hükümdar tahta çıktığı yıl, o zamana kadar sık sık merkezî otoriteye baş kaldıran Gırnata’yı devletin kesin hâkimiyeti altına aldı.

   V. (XI.) yüzyılın başından itibaren Gırnata, Berberî asıllı Zîrîler’in buraya yerleştirilmesiyle ilk defa Endülüs’ün Kurtuba, İşbîliye (Sevilla), Tuleytula ve Sarakusta gibi büyük şehirlerine denk bir şekilde öne çıktı. Gırnata Zîrîleri, merkezî Mağrib’de yaşayan Sanhâce Berberîleri’nin büyük Zîrî koluna mensuptular ve aile içinde çıkan iktidar mücadelesi yüzünden Zâvî b. Zîrî’nin liderliğinde kalabalık bir cemaat halinde Endülüs’e girmişlerdi. Daha sonra Berberîler’i düşman ilân eden Endülüs Emevî Halifesi II. Muhammed el-Mehdî’ye karşı kendilerine daha yakın hissettikleri Süleyman el-Müstaîn’in yanında yer aldılar. Müstaîn tahtı ele geçirdiğinde (399/1009) Kurtuba halkının Berberîler’e olan düşmanlığını dikkate alarak onları değişik bölgelere yerleştirdi; Zîrîler’e de Gırnata’yı verdi. Diğer mülûkü’t-tavâif gibi merkezî idarenin zayıflığından faydalanan Zîrîler 403 (1013) yılında bağımsızlıklarını ilân ettiler. Zîrîler’in Gırnata’ya yerleşmesinin ardından komşu İlbîre halkının büyük çoğunluğu güvenlik sebebiyle buraya göç etmeye başladı; bundan dolayı şehrin nüfusu ve önemi arttı. Zîrîler’in lideri Zâvî b. Zîrî daha sonra Gırnatalılar’ın muhalefetine rağmen Mağrib’e döndü; şehrin idaresini ise kadı İbn Ebû Zemenîn’in gayretiyle yeğeni Habbûs üstlendi (411/1021). Onun döneminde Gırnata’nın şehirleşmesi için önemli adımlar atıldı.

   Habbûs’un yerine geçen oğlu Bâdîs’in dönemi (1038-1073) Gırnata’nın yıldızının en fazla parladığı devir oldu. Gırnata bu dönemde gerçekleştirilen icraatlarla gerçek anlamda bir Endülüs şehri görünümü kazanmaya başladı. Elhamra tepesinde sonraları el-Kasabatü’l-kadîme adıyla bilinen saltanat şehrinin ve Bâdîs’in de avlusuna defnedildiği el-Mescidü’l-câmi‘in inşası bu dönemde gerçekleşti. Öte yandan Ceyyân (Jaén), İsticce ve Runde’ye (Ronda) kadar olan topraklar Gırnata’nın sınırları içine dahil edildi. Bütün bu gelişmelerle beraber Gırnata’daki saltanat merkezinin, Kurtuba veya İşbîliye’nin sahip olduğu sosyal ve kültürel canlılık ve zenginliği yakaladığını söylemek mümkün değildir. Bir ara Bâdîs, Runde’nin Berberî idarecisinin İşbîliye’ye hükmeden Arap asıllı Abbâdîler’in teşvikiyle öldürülmesi üzerine, bunun intikamını Gırnata’daki Araplar’dan almak isteyerek cuma namazı için el-Mescidü’l-câmi‘e gelen halkın tamamını öldürmeyi düşünmüş, fakat sözüne değer verdiği yahudi veziriyle Sanhâce’nin ileri gelenleri onu bu kararından vazgeçirmişlerdir.

   1090 yılında Murâbıtlar Gırnata’yı zaptedip Zîrî dönemini sona erdirdiler. Şehrin Murâbıt hâkimiyetine geçmesinde, Endülüs’ün birliği için bunu gerekli gören ulemânın da önemli rolü oldu. Gırnata bu dönemde Merakeş’te oturan Murâbıt hükümdarının akrabası arasından seçip gönderdiği valilerce idare edildi; zaman zaman da Murâbıt orduları tarafından bir üs olarak kullanıldı.

Aragon Kralı I. Alfonso, 519’da (1125) 5000 süvari ve 10.000 piyadeden oluşan bir orduyla Gırnata üzerine yürüdü; bu sayı yol boyunca müsta‘riblerden gelen katılmalarla 50.000’e çıktı. Bu orduya karşı vali Ebû Tâhir Temîm kumandasındaki Murâbıt kuvvetleri şehrin etrafında bir savunma çemberi teşkil ettiler. Savaşın başlamasından sonra yağan şiddetli yağmur ve dolunun da tesiriyle hıristiyan ordusu geri çekildi. I. Alfonso bir müddet Mâleka (Malaga) topraklarında bekledikten sonra tekrar Gırnata’ya hücum etmek istediyse de Murâbıt kuvvetleri buna fırsat vermedi ve sonuçta büyük ümitlerle geldiği Gırnata’dan eli boş olarak dönmek zorunda kaldı. Bu olay sonrasında, İspanyollar’a destek verdikleri anlaşılan Gırnatalı müsta‘ribler kadı İbn Rüşd’ün fetvasıyla kafileler halinde Mağrib’e sürüldüler; idareye sadakatinden şüphe edilmeyenlere ise dokunulmadı. Ebû Tâhir Temîm savunma sırasında yetersiz bulunarak görevinden alındı ve yerine Ebû Ömer İnâlû getirildi. İnâlû, Gırnata surlarının tamiri ve güçlendirilmesi için halkı seferber etti; ancak bu arada Şenîl ırmağı taştı ve büyük tahribata sebep oldu.

   Ali b. Ebû Bekir b. Fennû’nun valiliği sırasında kadı İbn Adhâ isyan etti. Fakat Murâbıt kuvvetleri karşısında tutunamayacağını anlayarak Mürsiye’den Ceyyân’a kadar nüfuzunu genişletmiş bulunan İbn Hûd’dan yardım istedi. İbn Hûd, güçlükle Gırnata’ya girmeyi başardıysa da taraflar arasında bir süre devam eden silâhlı mücadelenin ardından Murâbıtlar şehirde kontrolü yeniden sağladılar. Gırnata 543 (1148) yılında Benî Gāniye’nin eline geçti. Aynı yıl Yahyâ b. Gāniye ölünce idareyi kumandanlarından Meymûn b. Yiddâr üstlendi, ancak birkaç yıl sonra Muvahhidler’e teslim etmek zorunda kaldı (551/1156). Bu sıralarda İbn Merdenîş ile müttefiki VII. Alfonso âni bir baskınla Gırnata’yı zaptetmek istedilerse de vali Ebû Saîd Osman buna imkân vermedi. Bu olaydan sonra şehre, 557 (1162) yılında İbn Merdenîş’in kendisini destekleyen İbn Hemüşk, yahudiler ve müsta‘riblerle birlikte Gırnata’ya hücum etmesine kadar süren bir barış ve huzur ortamı hâkim oldu. Muvahhidî Hükümdarı Abdülmü’min’in bu saldırı üzerine gönderdiği veliaht Yûsuf Elhamra Kalesi’ne girmeyi ve İbn Merdenîş’e ait kuvvetleri şehirden çıkarmayı başardı. 562’de (1166) Gırnata valiliğine tayin edilen Şeyh Ebû Abdullah da yine İbn Merdenîş’le uğraşmak zorunda kaldı ve sonunda şehri onun tasallutundan kurtardı.

   Muvahhidler’in, Kastilya Krallığı’nın öncülüğünde oluşturulan Haçlı ordusuna 609 (1212) yılında meydana gelen İkāb (Las Navas de Tolosa) savaşında yenik düşmesi, Endülüs’teki hâkimiyetlerinin zayıflamasına ve dolayısıyla burada bir otorite boşluğunun doğmasına yol açtı. Bu boşluktan istifade eden Endülüslü liderlerden İbn Hûd, Abbâsîler’e bağlılığını bildirerek Mürsiye’de emirliğini ilân etti; sınırlarını Kurtuba, Şâtıbe (Jativa) ve Ceyyân’ı içine alacak şekilde genişletmesinin ardından da Gırnata’yı ele geçirdi (625/1228). İşbîliye Valisi Seyyid Ebû Zeyd bir yıl sonra şehri geri almayı başardıysa da daha sonra İbn Hûd’un şehre ikinci defa hâkim olduğu anlaşılmaktadır. Zira Abbâsî halifesinin hil‘at giydirmek ve emirliğini tescil etmek maksadıyla gönderdiği elçinin onunla 630 (1232) yılında Gırnata’da görüştüğü bilinmektedir. Bu sıralarda Ceyyân vilâyetinde Muhammed b. Yûsuf b. Nasr (I. Muhammed, Gālib-Billâh) adında yeni bir Arap lideri güç kazanmaya başladı. Muhammed b. Yûsuf b. Nasr önce İbn Hûd’a tâbi olduysa da onun 1238’de Meriye’de (Almeria) öldürülmesi üzerine bağımsız hareket etmeye başladı ve Gırnata’yı ele geçirerek Nasrî Devleti’ni kurdu (26 Ramazan 635 / 12 Mayıs 1238). Böylece Gırnata için, yaklaşık 250 yıl Nasrîler’e pâyitahtlık yapacağı yeni bir dönem başladı. Nasrî Devleti, başşehrinin ismine nisbetle Gırnata Sultanlığı ve Gırnata Emirliği olarak da anılır.

   Gālib-Billâh Muhammed b. Yûsuf b. Nasr’ın Gırnata’daki ilk icraatı, Zîrîler tarafından Darro nehrinin karşı yakasında kurulan el-Kasabatü’l-kadîme’ye (İsp. Alcazaba) yerleşerek Sebîke tepesi üzerinde bulunan Elhamra Kalesi’nin yerine, daha sonra halefleri tarafından yeni ilâvelerle gerçek bir saltanat şehrine dönüştürülecek olan Elhamra Sarayı kompleksinin yapılması emrini vermek oldu. Bütün tarihi süresince hıristiyan devletleri Gırnata Sultanlığı’nı yıkmaya yönelik faaliyet içinde bulundular ve bu maksatla Nasrî hâkimiyetindeki İslâm şehirlerine sık sık saldırı düzenlediler. 1265’te Kastilya Kralı X. Alfonso Gırnata’yı kuşattıysa da umduğu sonucu alamadan geri çekildi. 1280 ve 1281 yıllarında da II. Muhammed’in muhalifleri, Benî Eşkîlûle ve Ebû Yûsuf’la ittifak kurarak iki cepheden saldırdılar ve Gırnata ancak Merînîler’in gönderdiği yardım sayesinde bir işgalden kurtuldu. 1431’de IX. Muhammed’in saltanatı sırasında taht üzerinde hak iddia eden Yûsuf b. Mevl ve onu destekleyen bir grup Gırnatalı’nın da teşvik ve desteğiyle Kastilya Kralı II. Juan şehri kuşattı, fakat halkın da katıldığı kuvvetli mukavemet karşısında şehre giremedi.

   Gırnata Sultanlığı bir yandan hıristiyan hücumlarına karşı mücadele verirken bir yandan da öncelikle başşehri etkileyen ve esas itibariyle taht üzerinde odaklanan iç karışıklıklarla uğraşıyordu. Bu durum, XV. yüzyılın ikinci yarısında ülkeyi kaosa sürükleyen bir boyuta ulaştı. Son sultanlardan Ebü’l-Hasan Ali b. Sa‘d döneminde (1465-1482) esasen küçük olan ülke fiilen üçe bölündü ve kardeşi Muhammed ez-Zagal Mâleka’da, oğlu Ebû Abdullah Muhammed b. Ali es-Sagīr de (XII. Muhammed, hıristiyan kaynaklarında Boabdil) Vâdîâş’ta bağımsızlığını ilân etti. Ebû Abdullah daha sonra, babasına karşı vergi oranlarını aşırı derecede yükseltmesi ve son yıllarda özel hayatında çeşitli hatalar yapması sebebiyle kızgın olan Gırnatalılar’ın desteğini alarak tahtı ele geçirdi. Bu sırada Kastilya Kraliçesi İsabella ile evlenerek İspanya birliğini kurmuş olan Aragon Kralı Ferdinand, Nasrîler’in içine sürüklendiği bu istikrarsız ortamı fırsat bilip Ebû Abdullah’tan Gırnata’yı derhal teslim etmesini istedi; bu isteği reddedilince de şehri kuşatma altına aldı (1490). Altı ay sonra müslümanlar arasında bulaşıcı hastalıklarla erzak sıkıntısı baş gösterdi ve bu durum müdafilerin direnme gücünü kırdı. Bunun üzerine halkın canına, malına ve dinine dokunulmaması şartı ile şehrin teslimine karar verildi; 2 Ocak 1492’de hıristiyan kuvvetleri Gırnata’ya girdi. Böylece Endülüs’ün fethinden itibaren en uzun süre İslâm hâkimiyetinde kalma özelliğine sahip bulunan Gırnata şehri de elden çıkmış ve İspanya’da İslâm hâkimiyeti sona ermiş oldu.

   Gırnata’nın düşmesinden sonra müslüman halkın bir kısmı Mağrib’e göç etti. Asıl çoğunluk ise Ferdinand ve İsabella’nın şehrin teslimi sırasında verdikleri sözü tutacaklarına inanarak kendi topraklarında kaldı. Ancak hıristiyan idareciler bu taahhütleri 1497 yılından itibaren tanımazlıktan geldiler. Önce müslüman halkın medenî haklarında bazı kısıtlamalara gidildi; güvenlik maksadıyla dahi silâh taşımaları yasaklandı ve idare meclisindeki görevlerine son verildi. Merkezde oturanlar şehir dışına veya kenar mahallelere göçe zorlanırken başka bölgelerden getirilen çok sayıda hıristiyan aile onların boşalttığı evlere yerleştirildi. 1499 yılı Gırnata müslümanları için daha acıklı bir sürecin başlangıcı oldu. Zira bu yılda şehre gelen Toledo piskoposu F. Ximenez de Cisneros, kral ve kraliçenin de onayını alarak müslüman halkı zorla hıristiyanlaştırmaya yönelik faaliyetlerini başlattı. Önce para ve makam vaad ederek müslüman liderlerini ve fakihleri Hıristiyanlığa çekmeye çalıştı. Bu taktik başarılı olmayınca halkın İslâm’la alâkalı bilgi kaynaklarını kurutmak için Arapça dinî eserleri toplatıp yaktırdı. Hıristiyanlığa girmemekte direnen müslümanları dirençleri kırılıncaya kadar zindana attırdı ve en ağır işkencelere mâruz bıraktı. Camiler, başta Beyyâzîn (Albaicín) semtindekiler olmak üzere kiliseye çevrildi. Bu uygulamalar karşısında Beyyâzîn mahallesi halkı topyekün ayaklandı. Üç gün sonra bastırılan bu ayaklanmaya katılanların hayatları, topluca vaftiz edilmeyi kabullenmeleri üzerine bağışlandı. 1500 yılında Büşürât bölgesinde yeni bir isyan meydana geldi ve bunun sonucu da öncekinden farklı olmadı. 12 Şubat 1502’de çıkarılan bir emirle, o ana kadar dinlerinden vazgeçmeyen müslümanlardan ya Hıristiyanlığa girmeleri ya da ülkeyi terketmeleri istendi. Göç şartları son derece zor olduğu için büyük kesim birinci şıkkı kabul etmek zorunda kaldı. Cebren Hıristiyanlığa sokulan, fakat kalplerinde İslâm’ı yaşatmayı sürdüren bu insanların yeni dinlerine bağlılık derecelerini anlamak ve beklenenin aksine davrananları cezalandırmak için Gırnata’da bir de engizisyon mahkemesi kuruldu. Gırnatalı Moriskolar’ın diğer bölgelerdeki müslümanlarla görüşmeleri, Arapça konuşmaları, örf ve âdetlerini yaşatmaları farklı tarihlerde çıkarılan çeşitli emirnâmelerle yasaklandı. Ancak aradan uzun yıllar geçmesine rağmen bütün bu yasaklar ve zorlamalar bu insanların İslâm’dan uzaklaşmasına yetmedi; nitekim 1568-1570 yıllarında bir kere daha isyan ettiler. İsyanı 1571 yılında bastırabilen İspanya Krallığı binlerce Gırnatalı’yı ülkenin başka bölgelerine nakletti; nihayet 1609’da da diğer Morisko cemaatleriyle birlikte hepsini yurt dışına sürdü. Böylece 1492’de Gırnata’da siyasî hâkimiyetlerini yitiren müslümanlar cemaat olarak da varlıklarını kaybettiler (geniş bilgi için bk. MORİSKOLAR; MÜDECCENLER).

[İslam Ansiklopedisi, Gırnata Maddesi, Mehmet ÖZDEMİR]

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

GIRNATA (Kültür ve Medeniyet)

Son Başşehir Gırnata'da Endülüs Medeniyetinden Kalan Eserler I (el-Hamrâ Saray Külliyesi )