Başşehir Kurtuba Özelinde Endülüs Medeniyeti




1.1 Kısaca Endülüs Tarihi

Endülüs, 711-1492 yılları arasında İber Yarımadası'nda Arapların etkisi altında bulunan bölgelere verilen isimdir. Endülüs kelimesinin Vandallardan geldiğine inanırlar. Ancak tarihî dayanağı yoktur. Müslümanların İber Yarımadası'ndaki varlığı en son Moriskoların 1609 yılında İspanya'dan sınır dışı edilmesiyle son bulmuştur.

Valiler Dönemi (714-756)

    Başkenti Şam'da bulunan Emevi Devleti daha İslâmiyetin ilk yüzyılı olan 7. yüzyılda Kuzey Afrika'nın tümünü eline geçirmişti. 8. yüzyılın başında Emevî Devleti'nin Kuzey Afrika'daki valisi olan Musa Bin Nusayr, Emevî Halifesi Velid Bin Abdülmelik'in desteğiyle bir Berberî kumandan olan Tarık bin Ziyad'ı Cebelitarık Boğazı'nı geçerek İber Yarımadası'na gönderdi. O zamanlar İber Yarımadası Germen asıllı bir ulus olan Vizigotların elindeydi ve başkentleri Toledo kentinde bulunuyordu. Tarık bin Ziyad'ın savaşta ricat olmaması için geri dönüş olasılığını kaldırmak üzere kendi gemilerini yaktırdığı belirtilir. Tarık Bin Ziyad, Vizigot kralı Rodrigo'yu ağır bir yenilgiye uğrattı. Vizigot krallığı parçalandı ve bütün İber Yarımadası kısa bir süre içinde Müslümanların eline geçti.

    750 yılına kadar Endülüs Emevîleri'nin gönderdiği valiler tarafından yönetildi. 750 yılında Abbasiler Bağdat'ta halifeliklerini ilan ettiler ve Emevî hanedanından Abdurrahman bin Muaviye, Endülüs'e kaçarak kendisini Emevî emiri ilan etti ve Cordoba (Kurtuba) kentini kendine başkent yaptı.


Endülüs Emevîleri Dönemi (756-1031)

    Bu dönem Endülüs'ün en parlak dönemi olarak bilinir. Cordoba şehri, Bağdat ve Kahire'den sonra Dünya'nın üçüncü önemli bilim merkezi haline geldi. Bu dönemde günümüz Avrupa bilim ve sanatının bâzı temelleri Endülüs'te atıldı. Yine o dönemde Avrupa'nın genelinde sadece papazlar ve liderler okuma yazma bilirken Endülüs'te halkın neredeyse tamamı okuma yazma biliyordu. Şehircilik ve şehir kültürü döneminin çok önüne geçmiştir. Kültürel farklılıkların zenginlik olarak algılandığı bir çağdır. Endülüslerin egemenliği altındaki topraklarda Seferat Yahudileri bugün İspanya'daki Yahudi kültürünün altın çağı olarak adlandırılan çağlarını yaşamışlardır.

    10. yüzyıl başlarında Abbasilerin gücü azalmaya başladı. Mısır'daki Fatımiler de kendilerini halife ilan ettiler. Böylece İslâm dininin önderliği bölünmüş oldu. Bu ortamda Endülüs Emiri III. Abdurrahman 16 Ocak 929 tarihinde kendisini halife ilan etti. Endülüs Emevîlerinin başarıları 11. yüzyıl başlarına kadar devam etti. 1031 yılında halifelik sona erdi.

Mülûkü't-Tavâif (Beylikler) Dönemi (1031-1090)


      Endülüs Emevî Devleti'nin son halifesi olan III. Hişâm, 1031 yılında öldüğünde Endülüs toprakları çok sayıda bağımsız devletçiklere bölündü. Bu devletçikler hem kendi aralarında çarpışmaya başladılar, hem de İspanya'nın Hristiyan devletçiklerinin de saldırılarıyla karşı karşıya kaldılar. Bâzı tavfa devletleri para karşılığı Hristiyan şövalyeleri de ordularında kullandılar. Örneğin El Cit (Arapça'daki El-Seyid adından gelir) adıyla tanınan Rodrigo Diaz de Vivar, bunların en ünlüleri arasında yer alır. Bu karmaşık durum, Reconquista'yı hızlandırdı ve İspanya'da İslâm'ın yaygınlığını zayıflattı.

Murabıtlar Dönemi (1090-1147)


 Aslen Kuzey Afrika kökenli bir hanedan olan Murabıtlar, Endülüs Emevilerinin parçalanmasını izleyen karışıklık döneminde düzenli bir askerî güce sahip olmalarının da verdiği avantajla kısa sürede İber Yarımadasının Müslüman bölgelerinin neredeyse tamamını ele geçirdiler. 1090 ve 1147 yılları arasında bugünkü İspanya'nın büyük bölümü ve Kuzey Afrika'daki bâzı toprakları denetimleri altında tutarak güçlü bir devlet düzeni teşkil ettiler. İlk başlarda güçlerini korusalar da sonraları Hristiyan İber halklarının saldırıları ve Kuzey Afrikalı diğer toplulukların çıkarttığı ayaklanmalar yüzünden güçleri gün geçtikçe tükenen Murabıtlar, kendileri gibi Kuzey Afrika kökenli bir halk olan Muvahhidlerin saldırıları sonucu onların egemenliği altına girerek siyasî hâkimiyetlerini kaybettiler.

Muvahhidler Dönemi (1147-1248)


  Muvahhidler gene Kuzey Afrika kökenli bir Müslüman hanedan olup Murabıtlar Devletini yıkarak onların yerine geçtiler. 1146 ve 1248 yılları arasında bugünkü İspanya topraklarının bir kısmının yanı sıra Kuzey Afrikadaki bazı toprakları da denetimi altında tuttular. Hıristiyan saldırıları ve bazı iç karışıklıklar sonucu 1248'de yıkıldılar. İber Yarımadası üzerinde hüküm sürmüş son büyük devlettir. Bu devletin yıkılışının ardından egemenliğindeki topraklarda bağımsız emirliklerden başka bir şey kalmamıştır.

Gırnata (Granada) Sultanlığı (1232-1492)


        1492'de Beni Ahmer Devletinin yıkılışı ile İspanya'daki 781 senelik İslam egemenliği sona erdi.

Müdeccenler ve Moriskolar (1492 - 1610)


        İspanya kralı III. Felipe 22 Eylül 1609 tarihli bir fermanla 1610-1614 yılları arasında Müdeccenleri İspanya'dan kovdu. Çoğu cami, kümbet, medrese, köşk, saray ve eşsiz yapılar yıkıldı veya tahrip edildi. Müslümanlar kadın, çocuk fark etmeksizin katledildi veya İspanya dışına göç etmeye zorladı. 300.000 kadar Müdeccen, vatanlarını terkettiler. Böylece Müslümanların İspanya'daki izi büyük oranda silinmiş oldu.



1.2 Kısaca Endülüs Medeniyeti

    Abbasilerin katliamından kurtulabilen Emevi hanedanı mensubu Abdurrahman, 750 yılında Şam’ı terk etmişti.Yolculuğunun sonunda Arapça ifadesiyle El-Endülüs olarak adlandırılan İberya’da İslami bir yerleşim yerine ulaşmıştı. Kendisi bir Berberi kadının oğlu olan Abdurrahman, Suriyeli ve Berberi güçlerden oluşturduğu orduyla 756 yılı Mayıs ayında Kurtuba yakınında Endülüs emirini yenip, bu eyaletin valilik makamına sahip olmuştu. Bu dış eyaletteki halkın çok büyük çoğunluğunun, Abdurrahman’ı meşru halife olarak görmekte olduğu bu dönemde. Halifelik Abbasilerce temsil ediliyordu. Abdurrahman’ın, Şam kentinin kuzeydoğusunda yer alan ve ailesiyle birlikte oluşunun anılarıyla dolu Rusafe’nin adını taşıyan ve içinde bir botanik bahçenin bulunduğu malikâneyi yaptırması, Endülüs’ün artık bir eyalet merkezi olmanın ötesine geçen dönüşümünün bir eseri olarak önem arz ediyordu. 

    O dönemin en gelişmiş sulama teknikleri uygulanarak her türlü ürün yetiştirilirken, Abdurrahman’ın çok sevdiği ana yurdunun doğal bir parçası olan palmiye ağaçları da, o toprakların önemli bir manzarasını oluşturuyordu. Endülüs’te yaşayan etnik grupların yanı sıra, gerek Hıristiyan gerekse pagan toplulukların din olarak kendilerine İslamiyeti seçmeleri, Endülüs’te Müslüman nüfusun büyük ölçüde artması yanında, kökenleri farklı olmasına rağmen, aralarında yaptıkları evlilikler yoluyla etnik ve kültürel yönden ortak bir zemin oluştu. Arapça ifadesiyle zımmî olarak tanımlanan, tektanrıcı İbrahimî din ve kutsal kitaba bağlı olan Yahudi ve Hıristiyanların, İslami yönetimin koruma ve hoşgörüsü altında yönetilmesi ilkesi, bu toplulukta dinler arası olumlu ilişkilerin başlamasına neden oldu. Özellikle, Vizigotların kötü yönetimine maruz kalmış olan Yahudilerin durumlarında büyük oranda olumlu gelişmeler sağlandı.

        Genel bir bakış ışığında, Endülüs medeniyetinin, dil, din ve kültür esaslı üç ana temel üzerinde kurulduğu görülür. İslam imparatorluğunun genişlemesi sürecinde, hükümranlığa tabi olan Hıristiyanlar, Yahudiler ve Zerdüştler, Müslümanların yanı sıra Arapça dilini konuşan etnik gruplardı. Kurtuba’da on birinci yüzyılda yaşamış olan ve Son Derece Açık Alamet adlı eseriyle tanınan saygın kişi Hıristiyan Paul Alvarus, bu durumun tespitini şu cümleleriyle yapmış: “Tüm yetenekli genç Hıristiyanlar, Arapça kitapları şevkle okuyup tetkik ediyor; büyük masraflar yaparak muazzam kütüphaneler oluşturuyor; Hıristiyan literatürünü hakir görüyor, dikkate değer bulmuyorlar.”  Gerek yeni göçmenlerle gerekse de Hıristiyan toplumdan İslam dinine girişler nedeniyle artan Müslüman nüfus artışına paralel olarak, camilerin sayısı kiliselere göre daha fazlalaşmıştı. Dokuzuncu yüzyıl ortalarında Kilise, İslami otoriteyle olan iyi ilişkileriyle dikkat çekiyordu. Bunda, İslam’ın, Yahudi ve Hıristiyanlara Zımme kuralı gereğince hoşgörü düsturuyla kucak açılmasının önemli payı vardı. Emevilerin 850 yılında hilafeti ilan ettikleri dönemde büyük maddi harcamalarla Kurtuba’da yeni kütüphaneler yapılıyor, Arapça ile yazılmış eserlerin yanı sıra Latince kitaplarla da basılı şiir, felsefe ve bilim gibi daha birçok alanda kültür envanteri oluşturuluyor, Eflatun ve Aristo okunabiliyordu. Kurtuba’nın onuncu yüzyıl başlarındaki görkemi, halifenin büyük zenginliğiyle beraber anılarak, yazar Menocal tarafından şu cümlelerle aktarılıyor: “… dokuz yüz hamam ve on binlerce dükkân, sonra yüzlerce veya belki de binlerce cami, sonra su kemerlerinden akan sular, sonra kaldırım taşıyla döşeli ve iyi aydınlatılmış caddeler.” 

        Bu şehirde, dilbilgisi, belagat, mantık yanında, geometri, astronomi, matematik ve müzik bilimlerinin hâkimiyetinden oluşan ve yedi hikmet nehri tanımına esas olan bir kültürel tablonun ihtişamı vardı.  Bir rivayete göre halifeye ait dört yüz bin ciltlik kütüphane, o dönemdeki Hıristiyan Avrupa ile kıyaslanmayacak bir üstünlüğü gösteriyordu. Bu kütüphane envanterinde, dil ve din konularını içeren kitapların sayıca daha çok olması yanında, Hıristiyan okurların arayış ve ilgisine hitap edecek konular kapsayan kitapların varlığından da bahsetmek gerekir. Bu kütüphaneler karşıt görüş ve inanıştaki insanların aynı kültürel okuma ve bilgilenme ortamında dostluk içersinde bir araya gelmelerinin vesilesi de olmuştu.










































Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

GIRNATA (Kültür ve Medeniyet)

Son Başşehir Gırnata'da Endülüs Medeniyetinden Kalan Eserler I (el-Hamrâ Saray Külliyesi )

GIRNATA (Tarih)